Fransız yazar ve filozof. Roman, felsefe politik ve sosyal deneme, biyografi ve otobiyografi yazarı, gazeteci.


Simone de Beauvoir, (1908-1986 Paris, Fransa)
Asıl adı; Simone Lucie-Ernestine-Marie-Bertrand de Beauvoir,
Fransız yazar, gazeteci ve filozof. 
Roman, felsefe politik ve sosyal deneme, biyografi ve otobiyografi yazarı.
 Feminizmin temellerini atan düşünürlerden biridir.

Simone de Beauvoir 1943 yılında Konuk Kız (L'Invitée) adlı Rouen okulundaki öğrencilerinden Olga Kosakiewicz ile olan kronik lezbiyen ilişkisinin öyküsünü yayınladı. Bu öykü aynı zamanda de Beauvoir ile Sartre arasındaki karmaşık ilişkiyi ve ilişkinin bu üçlü ilişkiden nasıl zarar gördüğünü anlatır.
De Beauvoir “Bu durum kadınların kendilerini normalden sapmış, dışta kalan ve normale ulaşmaya çalışan canlılar gibi algılamalarını sağlayarak onlarını başarılarını sınırlandırmışdır.” der. Feminizme göre bu düşünce artık bir kenara atılmalıdır. De Beauvoir iddia eder ki kadınlar erkekler kadar ayırım yapma, seçme yeteniğine sahiptir ve böylece kendilerini geliştirmeyi seçebilir, kadını mevcut durumundan ileri götürebilir, kendi hayatlarının ve dünyanın sorumluluğunu alabilir.
2. Dünya Savaşı'ndan sonra Modern Zamanlar isimli politik gazetede çalışır ve ölene dek bu gazetede editör olarak hayatına devam eder. 14 Nisan 1986'da vefat eder. 1981’de Sartre’ın acıdolu son yıllarını anlattığı Veda Töreni’ni (Cérémonie Des Adieux) yazar. Kendisi de Paris’de Cimetière du Montparnasse Mezarlığına Sartre’ın yanına gömülür. Mezar taşında isimleri alt alta yazılır.
Freudcu yönleri ağır basan feminist bir varoluşçuluğun göze çarptığı kitapta Varoluşçulukta olduğu gibi  temel prensip olarak var oluşun özden önce geldiğini kabul eder ve “Kadın doğulmaz kadın olunur.” prensibine ulaşır. 

Beauvoir’ın düşüncesine göre özgürlükten kaynaklanmayan, özgürlüğü hedef almayan tüm eylemler anlamını yitirmektedir. Bu anlamda ciddi insan, samimiyetsizliğin en temel örneğidir, zira özgürlüğü kucaklamak yerine kendini harici bir idole kaptırıp yitirir. Ciddi yaklaşım, “Dava”nın onu oluşturan insanlardan daha çok vurgulanmasıyla despotluk ve baskıya yol açar.
Bir başka samimiyetsiz tutum da, düş kırıklığı yaratmış ciddiyetin kendini hedef almasıyla ortaya çıkan “nihilist” yaklaşımdır. Sözgelimi, general askerliğin sahte bir idol olduğunu, varoluşuna anlamlı bir gerekçe oluşturmadığını anlayınca nihilizme sığınıp dünyanın herhangi bir anlamdan yoksun olduğunu iddia eder.
Özgürlük kavramı bir kez daha değerini yitirmiştir.
Simone de Beauvoir kadın haklarını felsefi açıdan irdeleyen ilk feminist yazar olma özelliğini 1949 yılında yayınlananLe Deuxiéme Sexe – Kadın, İkinci Seks adlı eserine borçludur. Orijinal haliyle iki cilt olarak basılan eserin ilk bölümü “gerçekler ve efsaneler” üzerine kuruludur. Yazara göre kadınların biyolojik farklılıkları, gebelik ve annelik dönemleri, onlara farklı sorumluluklar yüklese de gerçekte bir dezavantaj olarak değerlendirilmemelidir. Ayrıca cinsiyetlerinden kaynaklanan bu özellikleri, kadınların hak ve özgürlüklerine sınırlamalar getirilmesi ve bireysel farklılıklarının yok sayılması için bir gerekçe teşkil edemez.
İşte bu inançla Beauvoir, ikinci cilde “Kadın doğulmaz, kadın olunur”  diyerek başlar. Bu eserin yetersiz ve içeriğini tam olarak yansıtamadan İngilizceye çevrilmiş olması uzun süre değerinin ortaya çıkmasını engellese de sonunda hak yerini bulur, yeniden İngilizceye tercüme edilir ve ölümünden sonra Beauvoir’ın ünü yayılmaya devam eder.
Kendisini feminist olarak sınıflandırmasa da Beauvoir hayatı boyunca özgürlüğünden ödün vermemiş, Jean-Paul ile süren ilişkisi, hayatına başka kadın ve erkeklerin girmesini engellememiştir.
Bu maceraların en çok iz bırakanı bir Amerika seyahati sırasında Chicago’da tanıştığı yazar Nelson Algren ile yaşadığı ilişkidir. İkisi de kırklı yaşlarına girerken Chicago’nun kenar mahallelerinde, sokak barlarında geçirdikleri üç gün Simone’u çok etkiler. Birçok kereler yeniden buluşsalar da Nelson’un Paris’e gelmek istemeyişi, Simone’un Sartre’dan kopmayı göze alamaması bu tutkulu aşkın sonunu getirir ve Nelson tüm ısrarlarına ve yakarışlarına rağmen Simone’u terk eder.
İlk tanıştıklarında Nelson’un yakın arkadaşı fotoğrafçı Arthur Shay, Simone’u banyo yapabilmesi için bir başka eve götürür. Sonrasını ondan dinliyoruz:
- See more at: http://www.edebiyathaber.net/simone-de-beauvoir/#sthash.ZklKwqag.dpuf

“Nelson Algren’in Wabansia meydanındaki mütevazı apartman dairesinde banyo yoktu, sadece bir lavabo vardı… Bir arkadaşımdan evinin anahtarlarını ödünç aldım ve onu [Simone de Beauvoir] arabamla oraya götürdüm. Kim bilir neden, banyonun kapısını açık bırakmıştı. Kenarda bekliyordum. Fotoğrafçı olduğum için birkaç kare çekme isteğimi bastıramadım. Simone deklanşörün sesini duyunca bana dönüp gülümsedi ve saçını düzeltmeye devam etti.

Simone çırılçıplak aynada saçını tararken arkadan çekilmiş bu resim, yazarın yüzüncü doğum gününde haftalık Fransız dergisi Le Nouvel Observateur tarafından yayınlanır. Kadın örgütlerinin basılmasına karşı çıktığı bu resim çekilirken Beauvoir’ın aklından, yüreğinden ne geçiyordu acaba?
Katolik Kilisesi savunduğu ve kabul ettirmek istediği düşüncelere karşı çıkan insanlarla daima savaşmıştır. Orta çağlarda bu mücadeleyi o kişileri şeytanlıkla, cadı olmakla suçlayıp halkın gözü önünde yakarak ya da türlü işkencelerle pes ettirerek veriyordu. Daha sonraki yıllarda yöntemlerini değiştirse de mücadelesine devam etmiştir. İşte bu nedenle Vatikan Beauvoir’ın Kadın, İkinci Seks (1949) adlı eserini okunması yasak kitaplar listesine koymuştur. Beauvoir’ın 1953 yılında yayınlanan Mandarins adlı eseri de bu cezadan kurtulamaz ve yasaklanır. Bu eserinde Beauvoir bir yanda Nelson Algren’e olan aşkı ve Sartre’a olan bağımlılığı arasında yaşadığı ikilemleri ele alan bir roman yazmış gibi görünse de öte yandan sıradan insanların II. Dünya Savaşı’nda gösterdiği cesareti ve mukavemeti Nazi’lere karşı ortaya koyamayan solcu entelektüelleri ve onların elitist yaklaşımlarını açığa vurmakta ve bu eserinde onları korkaklıkla itham etmektedir.
Pek çok kitabı otobiyografik özellikler taşıyan yazar Mémoires d’une Jeune Fille Rangée – Bir Genç Kızın Anıları (1958), La Force de l’Age – Yaşlılık (1960), La Force des Choses – Koşulların Gücü (1963) ve Tout Compte Fait – Hesap Tamam(1972) adlı eserlerinde yaşamının farklı dönemlerinde hayata bakışını okurlarla paylaşır.
“Ölüm bizi buluşturamayacak. Böyle işte! Beraberliğimize gelince, tek kelimeyle harikaydı.” 
1980 yılında Sartre öldükten sonra Beauvoir’ın da sağlık durumu kötüleşmeye başlar. O da hayat arkadaşı Sartre gibi uzun çalışma saatlerinde uyanık kalabilmek uğruna uyarıcı ilaçlar kullanmış, vücudunu yıpratmıştır. Sartre’ın anısına yazdığı Adieux – Sartre’a Veda (1981) son eseri olur.
Adeta nazire yapar gibi, Sartre’ın ölümünden (15 Nisan 1980) tam altı yıl sonra (14 Nisan 1986) Simone de Beauvoir son nefesini verir. Onu Montparnasse mezarlığında sevgilisinin yanına gömerler.
Parmağında bir diğer aşkının, Nelson Algren’in kendisine hediye ettiği yüzükle
- See more at: http://www.edebiyathaber.net/simone-de-beauvoir/#sthash.ZklKwqag.dpuf

Aldığı ödüller;
Goncourt Akademisi Edebiyat Ödülü, Kudüs Ödülü, Sonning Ödülü, Avrupa Edebiyat Ödülü.

Eserleri;
Tüm İnsanlar Ölümlüdür,
Mandarinler,
Simone de Beauvoir, Başkalarının Kanı
Bir Genç Kızın Anıları

She Came To Stay,
Olgunluk Çağı 1,
 Koşulların Gücü 1

 The Woman Destroyed,

 Memoirs of a Dutiful Daughter

Aşk Mektupları
Sessiz Bir Ölüm

Koşulların Gücü 2

Kadın 3 - Bağımsızlığa Doğru,

 1949-İkinci Cins (Le Deuxième Sexe)

Sorbonne’da felsefe okudu; üniversiteyi bitirdiği yıl (1929) ömür boyu herhangi bir resmi ilişki olmaksızın birlikte yaşayacağı Jean Paul Sartre ile tanıştı, öğretmenliğe başladı. Rouen, Marsilya ve Paris’teki okul görevlerini kesinlikle yazarlığa bağlandığı 1943′te bıraktı. İlk romanından başlayarak Linvitée (Konuk Kız) 1943, varoluşçu felsefenin ilke, sav ve tezlerini eserlerinde uygun konu ve yorumlarla destekledi. Le Sang des Autres (Başkalarının Kanı) 1944′te çıktı. Roman dizisinin yanma denemelerini, gezi notlarını ve oyunlarını Les Bouches inutiles (Yararsız Ağızlar) 1945, katarak verimli yazarlığım sürdürdü. Tous les Hommes Sont Mortels (Bütün İnsanlar Ölümlüdür) 1946, eserinde geçmişten konu seçen dikkatiyle yaşamla yaşamın bitiş biçimi arasındaki anlam ilişkisini yorumladı. Ardından yazarına Goncourt Ödülü’nü (1954) kazandıran Les Mandarins (Mandarinler) romanı çıktı. Les Belles images (Güzel İmgeler) 1966; La Femme Rompue (Yıkılmış Kadın) 1967, roman türündeki son ürünleridir. Etkili yanlarından biri de denemeleridir. Pyrrhus ile Cinéas ile (1944) başladığı bu türde çeşitli derlemeler yayımladı: Pour une Morale de l’Ambiguite (Kaypaklık Ahlakı İçin) 1947; 
Faut-il brûler Sade? (Sade’ı Yakmalı mı?) 1951; Viellesse (Yaşlılık) 1970 vb. Ama asıl önemli çalışması, önce Kadın Nedir adıyla Türkçeleştirilen, sonra “Genç Kızlık Çağı, Evlilik Çağı, Bağımsızlığa Doğru” adlarıyla çevrilen Deuxime Sexe (İkinci Cins) eseridir (1949). Burada kadın ve kadınlık sorunlarına açık sözlü itirafların yanı sıra bilimsel buluşların aydınlığıyla yaklaştı. Belki de bu eserin yarattığı gereksinimle özyaşamını açıkladı: Les mémoires d’une Jeune Fille Rangee (Derli Toplu Bir Genç Kızın Anıları) 1958; la Force de l’Age (Yaşın Gücü) 1960; la Force de Choses (Nesnelerin Zorlayışı) 1960; Tout Compte Fait (Hesap Görüldü) 1972. Gezi alanında da gerçekçi gözlemleri, inceliklerle yansıtan ilginç eserleri vardır: L’Amérique au Jour le Jour (Günü Gününe Amerika) 1948; La Longue Marche (Uzun Yürüyüş) 1957 vb. La Ceremonie des Adieux Suivi de Entretiens avec Jean-Paul Sartre Août-Septembre (Veda Töreni ve Jean-Paul Sartre ile Söyleşiler) (1974-1981) 1983′te Türkçeye çevrildi.
© Yayınlanan haber ve fotoğrafların tüm hakları SUCUDO Ltd firmasına aittir. © Sitede yayınlanan yazıların hiçbiri telif hak sahibinin izini alınmadan yayınlanamaz. Designed & SEO by Levent Özen | Copyright © Bulmaca Cevap | 2011-2024